Aşağıdaki röportaj tablet bilgisayarlarda görüntülenebilen Dipnot Tablet adlı dijital derginin 175. sayısında yayınlanmıştır. Röportajı gerçekleştiren Mahmut Guleç’e akıl dolu soruları ve bağımsız müzisyenleri desteklediği icin çok teşekkür ederim.
KitapMuzik sayfalarinda Dipnot Tablet #kitapmüzik | MÜZİK
“Bora Uslusoy’un ‘Muska’sı çok iddialı!”
Değerli müzisyen Bora Uslusoy, uzunca bir aradan sonra, kendisinden yeni bir albüm müjdesi beklerken, harika bir film müziği ile karşımıza çıktı. “Muska” adlı gerilim filmiyle aynı adı taşıyan parça, tabiri caizse, ustalara saygı niteliğinde bir rock şarkısı olmuş, gelin hikâyesini dinleyelim…
ON PARMAĞINDA ON MARİFET DERLER YA, BORA USLUSOY ÖYLE BİR MÜZİSYEN. ŞARKILARININ SÖZ VE MÜZİKLERİNİ KENDİ YAZIYOR, KENDİ ÇALIYOR, KENDİ KAYDEDİYOR, HATTA ÖYLE Kİ, ARTIK KENDİ SATIŞA SUNUYOR.
Bora Uslusoy’u bazılarınız hemen hatırlayacaktır. Bazılarınızsa belki adını ilk kez duyuyorsunuz. Çoğumuz onu 2004 yılında çıkardığı “Umutsuz Aşk” adlı albümüyle tanımıştık. Bu albüm yayımlanalı bugünlerde tam on yıl oldu. Arşivlik ve tadına doyamayacağınız zamansız bir albüm. Döneminin ötesinde bir çalışma olduğunu düşünürüm.
Biz kendisinin ikinci albümünün beklerken, o bir süre ortadan kayboldu, bu işin mutfağına tamamen girdi ve artık müzisyenliğinin yanında prodüktörlük gibi bir çok başka sıfatlarıyla da isminden söz ettiriyor. Uslusoy ismini en son Artı Doksan’ın albümünde görmüştük, ki bugünlerde herkes o albümü konuşuyor.
Bora Uslusoy’u daha yakından tanımak isteyenler yazının sonundaki bağlantılardan kendisine ve kişisel internet sitesine ulaşabilirler, orada merak ettiğiniz tüm soruların, hatta fazlasının cevabını bulabilirsiniz. Aynı zamanda iyi bir eğitmen olan kıymetli müzisyenimizin başka neler yaptığını incelemenizi öneririm.
Kendisiyle uzunca bir aradan sonra yayımladığı ilk şarkı olan ve aynı zamanda bir film müziği single’ı olan “Muska” adlı şarkısı üzerine konuştuk. Çok güzel ve uzun bir söyleşi yaptık ve sizlere bu söyleşimizden paylaşımlarda bulunacağım. İsterseniz lafı uzatmadan hemen başlayalım…
Uzunca bir aradan sonra müzikseverlerin karşısına sıkı bir parçayla çıktınız, bize şarkının ve filmin hikâyesini biraz anlatır mısınız?
Muska, bağımsız bir sinema filmi, 25 Temmuz’da vizyona giriyor. Üzerinde yaklaşık iki yıldır çalışılan bir proje. Ben de bu filmin bütün müzikleriyle beraber aynı zamanda ses tasarımını da yaptım. Güzel, orijinal bir hikâye. Single olarak yayımladığım parça da, filmdeki ana karakterlerden Celal’e ithafen yazdığım bir soundtrack parçası olarak çıktı.
Biraz şeyden esinlendim, ben 1972 doğumluyum, seksenler, doksanlar benim gençlik yıllarımın olduğu dönemler. O zamanlarda da böyle korku-gerilim filmlerinde hep hard rock parçalar kullanılırdı, mesela Freddy Krueger vardı, “A Nightmare on Elm Street” serisi falan, orada Dokken grubunun parçaları vardır, Dream Warriors gibi böyle sert hard rock tarzı falan… benim de doğamda var o tarz bir müzik, benim için de çok güzel oldu, çok kısa zamanda çıktı.
Parçayı geçen sene yazdım. Stüdyoya girdim, yarım saatte kaydettim, yönetmen arkadaşımız, yapımcı arkadaşımız da yukarıdaydı, bir dinleyin bakalım derken herkes çok sevdi…
Epeyce hızlı olmuş. Tarz konusunda neler söylemek istersiniz?
Bu tarz bir müzik üretmek benim için çok doğal açıkçası. Çok içimden gelen bir şey, yani herhangi bir özel çaba göstermem gerekmiyor. Ben yıllarca ‘cover’ da çaldım bu tarz müziklerle.
Bir de yazdığım riff’ler AC/DC’ye doğru yönlenince, ben de biraz daha üzerine doğru gittim, iyice benzesin dedim.
“Musicians Institute”da bizim workshop’larımız vardı, orada her hafta, her ay bir gruba öykünerek o grubun tarzında beste yapmaktı dersin amacı. İşte bir hafta gelirler, bu hafta Rolling Stones tarzı beste yapacağız veya bayan vokal ya da ballad olarak, Amerikan R&B tarzında beste yapacağız falan denirdi…
Ben de bunu “in the style of AC/DC” gibi bir şey olarak kurguladım. Bir kaç tane orijinal AC/DC senkopunu, riff’ini birebir kullandım zaten. O yüzden lütfen, meraklıları, dinleyiciler “aaa, Bora Uslusoy oradan almış götürmüş” demesinler. Zaten o stilde ve o tarzda, klipte de görecekler. Hatta AC/DC tişörtümü de giydim, ki öyle demesinler diye.
Saygı duruşu gibi diyebilir miyiz?
Artık ne derseniz, ona bir saygı… Ben ilk ve orta öğrenimimi, AC/DC, Led Zeppelin, Deep Purple’da tamamladım diye şaka yapıyorum bazen etrafımdakilere. Dolayısıyla böyle olduğum için, ona saygı niteliğinde bir iş çıktı ortaya, güzel oldu.
Şarkı sözlerinde de filmden replikler var. Yine video klipte de orijinal filmden parçalar, sahneler var. Benim için de çok eğlenceli bir çalışma oldu.
Sonrasında, filmin içerisinde geri kalan enstrümantal parçaları da bir albüm olarak, yine dijital ortamda yayımlamayı düşünüyorum.
Single’ı hazırlarken kimlerle çalıştınız? Ya da sizi az çok tanıyan biri olarak sorayım, kimseyle çalıştınız mı?
Filmin final miksi hariç, sesle ilgili her şeyi ben yaptım. Yani editleme, ses tasarımı, “sound design” dediğimiz zaman, mesela filme eklenen ses efektleri, ayak sesleri, gök gürültüsü, diyalog kesme-biçme-kopyalama-yapıştırma gibi işlemler ve onun akabinde enstrümantal, sahneler için özel olarak hazırladığım şeyler.
Böyle bir tecrübe oldu, umarım şarkıyı dinleyenler ve filmi izleyenler beğenirler.
İlk albümünüzden bu yana kişisel çalışmalarınıza uzunca bir ara verdiniz, biraz bahsetmek ister misiniz? Bir yandan prodüktörlük gibi farklı alanlarda da sizi görmeye başladık…
Benim biraz yavaş ürün çıkartmamın sebeplerinden birisi şu: Ben grubumu bıraktım, her şeyi kendim yapmaya başladım, bu doğru mu yanlış mı onu pek bilmiyorum ama… başkalarının müzikleri için onlarla birlikte çalışmalar yapıyorum, oradan ortaya çok iyi işler çıkıyor. Mesela Artı Doksan bunlardan biri. Yani onların gömleğini giyiyorum ve onların olayını maksimize etmek için, tabiri caizse onlara sayı yapmaları için gereken pası veriyorum, onlara o golü attırıyorum. Ama bunların dışında ben yapı olarak yalnız çalışmayı seviyorum. Aşırı titiz, çok mükemmelliyetçi, hastalıklı derecede biriyim, yani pek de takım çalışmasına uygun biri değilim.
Bitirdiğim bazı şeyler var, yıllar önce yazdığım… yayınlayacağım, yayınlamak istiyorum, ama başka prodüksiyonlar giriyor araya.
Prodüktörlük deyince de, yıllarca bir sürü farklı disiplini birleştirdim… aslında yaptığım yatırımların, çalışmaların sonuçlarını alıyorum şu anda, daha da almak istiyorum, diğer başka müzisyenlerle de çalışarak…
Kendinizi nasıl ifade etmek istediğinizi sorsam?
Hayatta akılcı ve çıkarcı kararlar alma niyetinde olan bir insan değilim, tamamen duygularıyla hareket eden ve bunun da hayatta çok ceremesini çekmiş biriyim. Ama değişmeyi de düşünmüyorum.
Özetle ben şunu yapmak istiyorum, şöyle algılanmak istiyorum insanlar tarafından: Hani ne derler, doğru bir tabir mi bilmiyorum ama, hariçten gazel okuyan derler ya, ben öyle bir şey yapıyorum. Kendi kitabımı kendim basıyorum, kendi müziğimi kendim yayımlıyorum, kendi pr’ımı ve pazarlamamı da kendim yapıyorum ve bunda hiç yanlış bir şey olmadığını düşünüyorum.
Kendi albümünüzü kendiniz yayımlıyorsunuz, bu konuyu biraz açar mısınız? Bugünlerde dijitale yönelenlerin sayısı hızla artıyor… daha çok single yayımlanır oldu, neler söylemek istersiniz bu konuda?
Bir kere bu single olayı şu; işte albüm ve albümde yer alan sekiz, on, oniki şarkı formatı, bu daha önce müziğin fiziksel, cd’lerde, plaklarda ya da kasetlerde satıldığı zamandan kalan bir davranış, bir alışkanlık.
Artık her geçen gün daha az cd çıkıyor, artık bu da bitti. Bunu çok söyledik, son beş yıldır bunu söylüyoruz, bana göre artık bitti.
Dolayısıyla müzik yaratan insanlar artık eskiden olduğu gibi on tane parçayı bir araya getirmek zorunda değiller dinleyicileriyle paylaşmak için. Böyle bir mecra kalmadı artık.
Hele ki, prodüktörlüğünü yaptığım Artı Doksan’ın albümü konusunda İrem Records’la Aykut abiyle (Gürel) bu albüm sadece dijital yayımlanacak dediğimiz anda, ki o da önemli bir kanaat önderi bu piyasada, onun fikirlerinden de destek alarak, “Evet abi, işte bu, bak ben de böyle diyordum” deyip kafamda cd olayını bitirdim.
Kendi albümünüzü bile cd olarak basmayacak mısınız yani?
Yanlışlıkla dünya tersine döner de, insanlar benim müziklerimi çok talep etmeye başlar, birileri gelir “Bora, basalım albümü” derlerse o ayrı… ama ben kesinlikle basmayacağım, basmak için de herhangi bir çaba göstermeyeceğim.
İkinci albüm çalışmalarınızı çok önceden duyurmuştunuz, son durum nedir? Buradan bir müjde verebilecek miyiz?
Normal hayat mücadelesi içerisinde müzik yönetmenliği yapıyor, internette inceleme yazıları yazıyor, üniversitede ders veriyorum vs. ve maalesef bunların arasında on tane parçanın hepsini birden bitiremiyorum. Açıkçası bitirebileceğime dair de inancım kalmadı.
Birinci albüm 2004’te çıkmıştı, yeni albümle ilgili çalışmalar 2005 ve 2006’da olgunlaşmıştı, ben 2007’de albümün bütün davullarını ve baslarını kaydettim. 2007 yılında, yani bundan 7 yıl önce…
Her şey değildi belki ama albümün yarısından fazlası hazırdı. Her yıl planlarımı yeniledim, “2009’da kesin bitireceğim”, “2011’de vallahi geliyor” şeklinde… Geldiğimiz nokta bu.
Son birkaç yıldır artık tarih vermekten de vazgeçtim. Dediğim gibi, bitirdiğim bazı şeyler var, yayınlamak istiyorum…
* * *
Bora Uslusoy’a son olarak sahneleri özlüyor musunuz, diye sorduğumda “çok özlemiyorum açıkçası” diye cevap verdi. Nedenini sorguladım, biraz daha sohbet ettik. Şöyle aktarayım sizlere, bir müzisyen olarak bugüne kadar yaşadıklarıyla, diğer müzisyenlerin hayatlarına bazen eğitim vererek, bazen prodüktörlük yaparak dokunmakla yeterince manevi tatmin yaşadığını belirtiyor.
Kimlerin hayatına dokunduğunu merak ediyorum, ancak prodüktörlük vb. çalışmaları ortada olmakla birlikte eğitim verdiği diğer müzisyenlerin isimlerini vermek istemiyor; “benim bir sürü öğrencim var, ama onlar söylemedikçe ben onların isimlerini vermem” diyor.
Büyük ustalardan gördüğümüz, çok karakterli, çok haysiyetli bir davranış. Yüksek gönüllü bir müzisyen o. Ben onu bu yönüyle daha da çok sevdim.
Kendisini müziğe adamış, bir albüm yapmış, bugüne kadar yazdığı müzik kitapları, gitar metodları binlerce satmış, kısacası Türkiye’nin her yerine ulaşmış.
Bunları yaparken de kimin ne yaptığına bakmadan, işine odaklanarak daha iyisini yapmaya çalışan, en ince ayrıntıyı düşünen, hata kabul etmeyen biri o.
Zaten sanatla zanaat arasındaki fark da bu hassaslıkta değil mi?
* * *
Bora Uslusoy Müzik Atölyesi adı altında, aynı zamanda dijital dağıtım işlerini de üstlenen bir yapım şirketi var.
Meraklılarının çok iyi bildiği “Solo Gitar Metodu”nu ve daha bir çok kitabını kendisi yayımladı.
Hemen yanda gördüğünüz “Umutsuz Aşk” adlı albümün tanıtımlarını dinleyin, beğeneceğinizi umuyorum. Dediğim gibi zamansız albümlerden biri bu çalışma. “Bora Uslusoy Band” adını verdiği kendi grubuyla Serdar Öztop’un prodüktörlüğünde yaklaşık altı ay süren kayıtlar sonucu ve tüm enstrümanlar canlı çalınarak hazırlanmış bir albüm.Parçaların tümünde söz, müzik ve düzenlemeler kendisine ait.
Şubat 2013’ten beri Plato Meslek Yüksekokulu, Radyo Televizyon Bölümü, Ses Tasarımı ve Görsel İletişim Bölümü’nde Sound Production and Editing dersleri veriyor.
Kendisine twitter adresinden ulaşabilirsiniz. Gitara ve kayıt teknolojilerine meraklıysanız internet sitesini kesinlikle inceleyin derim.
Bu haftaki söyleşimiz burada sona eriyor. Bora Uslusoy’a bize vakit ayırdığı ve samimi cevapları için çok teşekkür ediyorum.